Behzat Ç. karakteriyle Türkiye'nin kalbinde yer eden Erdal Beşikçioğlu, 2024 yerel seçimlerinde Ankara Etimesgut'ta CHP'den belediye başkanı olarak seçilmiş, başkanlık sürecinde oyunculukta olduğu gibi başarılı olup olmayacağı merak konusu olmuştu.
Etimesgut, Ankara'nın en yaşanabilir ilçeleri arasında ilk 3'e girerken Erdal Beşikçioğlu, başkanlık sürecinde yaşadıklarını anlattı.
ERDAL BEŞİKÇİOĞLU BELEDİYEDEKİ ENGELLEMELERİ TEK TEK AÇIKLADI
Cumhuriyet'ten İklim Öngel'in haberine göre; CHP'li belediyelere yönelik operasyonlar sürerken Etimesgut'ta başkanlık döneminin nasıl ilerlediğini anlatan Beşikçioğlu, baskı ve müdhale olup olmadığına ilişkin soruyu yanıtladı. Müfettişler üzerinden kurulan baskı ve EYT ile oluşan mali zorluğu anlatan Beşikçioğlu, memurların baskından duydukları korkuyu ve hizmet götürmekte yaşadıkları sıkıntıyı şu şekilde aktardı:
Belediyelere baskı var, çünkü çalışıyoruz. Eskiden bireysel rant siyaseti vardı, biz bugün toplumsal rant üzerinden siyaset yapıyoruz. Zaten yerel seçimde kaybeden iktidarın kitlesi, yapılan hizmetler nedeniyle daha da eridi. Halka hizmet ediyoruz ama karşımızda bunu engellemeye çalışan bir sistem var."
Tasarruf tedbirlerini kabul etmem mümkün değil. Çünkü benim, evinin vergisini ödeyen bir insana tasarruf tedbiri yüzünden hizmet götürememe gibi bir bahanem olamaz. Halk diyebiliyor mu 'Ben de vergimi vermiyorum'... Tasarruf tedbiri en büyük engellemelerden biri oldu.
Diğer taraftan durmadan CİMER’den soruşturmalar geliyor, ifade veriyoruz. Müfettişlerimiz eksik olmuyor. Ben bundan şikayetçi değilim. Müfettişlerimiz gelecek, belediyeyi kontrol edecek. Burada olmalarından memnunum. Ama durum belediyedeki personele mobbinge, baskıya doğru gitmeye başladı.
"MEMURLAR KORKTUKLARI İÇİN BELEDİYENİN YAPACAĞI HİZMETE İMZA ATAMIYOR"
Basit bir örnek vereyim: Uluslararası bir festival başlattık geçen yıl. Bu yıl ikincisini düzenleyeceğiz. Ama ikincisini yaptırmamak için bazı memur arkadaşlarımız bizim festivalimize imza atmak istemediler. Bu nedenle iki kültür müdürü değiştirmek zorunda kaldım. Yani vaka sadece bizi incelemek değil, vaka incelerken memuru da tehdit etme boyutuna varan eylemlere dönüştü.
Memurlar korkuyor, korktukları için belediyenin yapacağı hizmete, eyleme imza atmamaya başlıyorlar. Sonra karşı argüman geliştiriyorlar ve “Siz hani siz hiç kimseyi işten çıkarmayacaktınız” diyorlar. Tamam ama biz iş yapamıyoruz. Ben geldiğim zaman hiçbir çalışanı, siyasi bir ideoloji için mücadele etmiyorsa işinden çıkartmayacağıma dair söz vermiştim ki öyle oldu. Ama bunun üzerine öyle eylemler gerçekleştirildi ki...
Bir baktık EYT’den birçok insan emekli oldu. Bunların tazminatını İller Bankası’nın bütçesinden ödüyoruz. O zaman da bütçe büyük oluyor. Sizi çalıştırmamak için ellerinden gelen maksimum gayreti gösteriyorlar. Ama inat ediyoruz, çalışıyoruz.
ÇİLEDEN ÇIKARTAN OLAYI ANLATTI
"Siyasetteki yalan beni çileden çıkartıyor. Sahne üzerinde sanatçı, rol kişisinin söylediğini söyler, yani rol yapar ve rol yaptığını herkes bilir. Siyasette yapılan rolü vatandaş bilmeden seyrediyor. Şartlar böyle olunca benim siyasette en gerildiğim nokta, yalanın bu kadar basit bir şekilde söyleniyor olması.
Yoksa “sanatçı hassastır”... Hayır, ben hassas falan değilim. Bir idealim varsa sonuna kadar o idealde ilerlerim. Medya dünyası da öyle kolay bir dünya değildir, kendi içinde klikleri, cemiyetleri vardır. Sürdürülebilir bir iş yapmanız çok mümkün olmayabilir."
Ropörtajın diğer kısımları şu şekilde:
- Behzat Ç izleyicinin karşısına sistem dışı bir başkomiser olarak çıktı. Halk Behzat Ç’yi benimsedi ve bir fenomen oldu. Siz Behzat Ç ile aranızda ne gibi benzerlikler görüyorsunuz?
Behzat Ç, devlet için yetiştirilmiş, vatansever bir adam. Behzat Ç, kimsenin cesaret edemediği bir dönemde paralel yapıyı anlattı. Kabalığı hariç diğer bütün unsurlar birebir benimle örtüşüyor. Babam Vakıflar Bölge Müdürü iken onlarca evin sahibi olabilirdi. O dönem böyle görevlerde bulunan insanların ellerinde inanılmaz yetkiler vardı ama bizim yalnızca bir aile evimiz oldu. Bu durumu şaka olarak babama söylediğimde, şaka olmasına rağmen fırça yemiştim. Böyle bir ailenin içerisinden yetişmiş bir adamım. Bence Behzat Ç ile bu yönden de benziyoruz. Onun babası da asker, asker bir ailede yetişen Behzat Ç vatanına karşı büyük bir sevgiyle hareket ediyor, aksini gözü görmüyor. Benim de öyle.
‘SANAT SİYASETTEN AYRI DÜŞÜNÜLEMEZ’
- Aday olduğunuzda mesleğiniz nedeniyle eleştiriler oldu, bu eleştiriler ne kadar haklıydı sizce?
Söylence şu oldu “Sanatçıdan belediye başkanı olur mu kardeşim?”... Bu büyük bir cahil söylencesi aslında. Berberden, mimardan, bir ev kadınından belediye başkanı olabiliyor da sanatçıdan neden olmuyor, bu “olamama imajı” neden sanatçının üzerine yapıştırılmış... Bunun en büyük nedeni 23 yıllık siyasi iktidarın kültür ve sanata olan yatırımının göstergesi. Zülfü Livaneli sanatçıydı, siyasetin içerisindeydi. Fatma Girik bir sinema sanatçısıydı, belediye başkanlığı yaptı. Cüneyt Arkın da seçimlere girdi. Fakat Fahrettin Cüreklibatır ismini o zaman kimse bilmediği için kazanamadı. Özetle sanatçı, her daim siyasetin içerisinde olur. Çünkü sanatçı toplumsal vakaları tahlil eder. Repertuvarına seçtiği oyunlarda topluma yol gösterici olur. Sanat siyasetten ayrı düşünülemez.
- Sanatçı olmanız size nasıl bir katkı sağladı?
Sanatçı olmam görünürlük bakımından avantaj sağladı. Kendimi anlatmak için uğraşmadım. Yıllarca televizyon aracılığıyla evlere girmişim zaten. Oynadığım rollerde devlet adamının ne demek olduğunu anlatmışım, ülkenin en hassas noktalarına parmak basmışım. Sosyal hayatıma dikkat etmişim. Bütün bunlar seyircimle olan bağımı güçlendirdi. Siyaset bunun ne demek olduğunu başta bilmediği için anlamadı ama sonra işin içine girince bunun nasıl güçlü bir bağ olduğunu fark ettiler.
- Siyasiler görünür olmak, tanınmak için çaba harcar, sizin buna ihtiyacınız olmadı. Kıskançlık hissediyor musunuz?
Tam da bu nedenle, “rol çalmak” gibi düşünülmemesi için ben kendimi geride tutuyorum ve yaptığım işe odaklanıyorum.
Seçim zamanında aday adaylarıyla ilçe içerisinde bazı handikaplar maalesef yaşadık. Bu işi becereceğimizi anlatmak zor oldu. Size şöyle örnek vereyim: Ben “30-35 meclis üyesi sokacağız” dediğimde çok kişi güldü. Bu benim zihnimde çok ağır gelen bir vaka olarak kaldı. Yani “Bu adam da hiçbir şey bilmiyor, kalkmış burada 30-35 kişiyi meclise sokmaktan söz ediyor” dediler. O sırada hiç kimseyi tanımıyorum, bir kadrom yok. Herkes bunu biliyor, inanmadılar tabii. Ben de hepsiyle tek tek takım elbisesine iddiaya girdim, çünkü takım elbisem yok. Sonuçta 33 kişi soktuk ve altı takım elbise kazandım.
- Haklı çıkmanız nasıl bir değişikliğe neden oldu?
Ondan sonra kırılmalar başladı. İnsanlar benden kendilerine güvenmemi istediler. İnsan ilişkilerinde benim ilk sermayem güvendir. Ama o güven unsuruna zeval geldiğinde o kişiyle ilişkimi yeniden tesis etmem güç olur. İlk etapta, herkese kendilerine güvendiğimi belirttim. Seçimi aldıktan sonra “Sizin bana güvenme zamanınız geldi” dedim ve ondan sonra hikaye gelişti. Kıskançlıklar, çekememezlikler ve güvensizlik yerini beraber yürüyerek yapılan işlerin ortaklığına bıraktı, başka bir kimyaya büründü.
- İçinden geçtiğimiz dönemde siyasetin sanata etkisi nedir, sansür, müdahale veya baskı yaşanıyor mu?
Benim emekli olma hikayem tam da bununla ilgili. Cumhurbaşkanımızın Ordu Gençlik Kolları ile yaptığı bir toplantıda Devlet Tiyatrosu’ndaki sanatçılar için “Parasını ben veriyorum kardeşim, bu adamlar benim dediğimi yapacak” dedi. Bu sözleri duyduğumda turnedeydim ve dönüş yolunda kafamda kavga ede ede gelirken radara girdim. Polis memuru kardeşimiz beni çevirdi, “Ne yapıyorsun sen valim” dedi. İşte o yolda karar verdim, “Madem parasını sen veriyorsun, ben senin verdiğin parayla sanatımı yapmak istemiyorum” dedim ve emekli oldum. Bu söylemden sonra Devlet Tiyatrosu’nun gerilemesi başladı. Çünkü sonrasında Devlet Tiyatrolarını ayakta tutan birçok sanatçı arkadaşımız da kurumu terk etti.
- İçeride mücadele etmek mümkün değil miydi?
Mümkün değildi. CİMER denen bir vaka çıkmıştı. Giyilen kostümlere dahi karışan seyirciler vardı. Seyirci kostüme, sanatçının estetiğine karışamaz. Ancak ideoloji olarak eleştirebilir. Bir etek boyu yüzünden oyun kalkabilir mi, kostüm yüzünden Avrupa’ya çıkış yasağı getirilebilir mi... Giysi ile kostümün arasındaki farkı bilmeyen bir yapıyla ancak o kuruma bağlı olmadan mücadele edebilirsiniz.
- Bu kadar belediye başkanı içerideyken “Sıra bana da gelir mi” kaygısı yaşıyor musunuz?
Benim gözüm kara, yaptığımdan eminim. Ben vatandaşa hizmet için geldim. Evden çıktım, CHP’ye üye oldum ve seçime girdim. Eşim karşı çıktı, “80 milyonun sanatçısısın, 600 bin kişinin belediye başkanı mı olacaksın, sende akıl yok” dedi. Ama benim bir idealim, bir inancım vardı. Ve hep o inanç doğrultusunda hareket ettim. Bu nedenle geceleri rahat uyurum. Ben hiç böyle bir endişeye gark olmadım.
- Belediye başkanlığının ardından başka bir siyasi hedefiniz var mı?
Yok. En güzel tarafım da bu benim. Sadece Etimesgut Belediye Başkanlığı. Yarın “Erdal Başkan bunu yaptı, çalmadı, çırpmadı, hizmet etti” desinler. Zaten bunun için geldim. Buradan çıktıktan sonra kadınlarımızın sokaklardaki rahatlığını görün lütfen. Yani içsel bir rahatlamanın toplumsal olarak neye mal olduğunu biraz dolaştığınızda anlıyorsunuz.
- Peki vatandaşa hizmette en çok zorlandığınız alan ne oldu?
Eski alışkanlıkları dönüştürmekte zorlanıyoruz. “Siz başlayın biz sonra hallederiz” diye devamlı eş, dost, akraba hikayesi üzerinden iş yürümüş. İş yerleri açılmış ama ruhsatlar verilmemiş. İlçede 35 bin ruhsatsız iş yeri vardı. İlk bir yılda bunu 21 bine düşürebildik.
- Ruhsat mı verdiniz, nasıl düşürdünüz?
Ruhsat için bazı kıstaslar var, bunların yerine getirilmesi gerek. Bazıları bunu anlayışla karşılarken bazıları karşılamıyor. Anlayışsız karşılandığı zaman devletin yönetmeliğine göre hareket ediyorsunuz ve itiş kakış oluyor. Ben bu itiş kakıştan hoşlanmıyorum. O yüzden diyorum ki eski alışkanlıklarımızdan bir an önce kurtulalım. Ruhsat almak için ne gerekiyorsa yapalım ki Kartalkaya’daki acılar yaşanmasın.
- Emekli Tiyatrosu’nu başlattınız, fikir nasıl çıktı?
Seçim zamanında Eryaman’da dolaşıyorduk. Emekli erkeklerin okey oynadığını, kadınların da başka bir yerde sohbet ettiklerini gördüm. Tuhaf geldi, bunu söylediğimde “Senin projen ne” diye sordular. Ben de “Emekli Tiyatrosu olacak, turne yapacaksınız, sizi Türkiye’nin dört bir tarafında gezdireceğim” dedim.
- Bu seçim çalışmalarında oluyor değil mi, peki sonra?
Seçildikten sonra unutmamışlar. Gelip “Ne oldu bizim Emekli Tiyatrosu” dediler. Ben de “Başlıyoruz” dedim ve ilk etapta 900 emekli “Ben tiyatrocu olacağım” diye başvurdu.
İşin büyüklüğünü bugün çok daha net anlıyorum. Emekliler seyirci karşısına çıkıyor, alkış ile ödüllendiriliyorlar. Ezber yapmak zorunda oldukları için alzheimera karşı savaşmalarını sağlıyor, onlara hayatlarında bir amaç veriyoruz. Uzun süredir içinde bulunmadıkları bir sosyal ortam kazandılar. Bence emekliler ikinci ergenliği yaşıyorlar. Bu nedenle Emekli Tiyatrosu inanılmaz büyük bir patlama yaşadı. Geçen sezon altı oyun yaptık.
- Yazanlar da mı kendileri?
Geçen sezon Turgut Özakman gibi Türk yazarlara ait eserler sahneye kondu. Bu sezon kendi skeçlerini yazmak istiyorlar. Bizim Emekli Tiyatrosu’nu Fransa’da bir yönetmen duyuyor, Büyükelçiliğimize başvuruyor ve erken gelip gösteride yer almak istediğini söylüyor. Bu kişi Emekli Tiyatromuzdaki arkadaşlarla bir gösteri yaptı. Fransız büyükelçimizle beraber büyük bir takdirle seyrettik.
- Türkiye’de gençlerin umutsuzluk hissi giderek artıyor. Bir sanatçı ve yönetici olarak gençlere ne söylersiniz?
Liyakati ortadan kaldırdılar. Gençler hem akademik yapının hem hayatta bir şeyler yapabilmenin ahbap çavuş ilişkisiyle yürüdüğünü görüyor. Bence ülkenin en büyük trajedisi bu. Biz gençlere umut vermek gerektiğini gördük. Üniversiteye hazırlık kurslarını ücretsiz yaptık ve kadroyu ona göre belirledik. Örneğin bu yıl gelir seviyesi düşük olan, dersaneye gidemediği için bize gelen 65 öğrencimizi üniversiteye soktuk.
Size “Benim kadrom yok” demiştim ya, şimdi “Benim en büyük kadrom üniversiteler. ODTÜ, Ankara, Hacettepe, Bilkent, Başkent, Çankaya üniversitelerindeki hocalarım aslında benim kadrolarım ve öğrencileri benim personelim” dedim. Bu bağlamda ilk ODTÜ’yü ziyaret ettik. Projelerimizde mimarlık öğrencileriyle çalışmak istediğimizi söyledik. Kullandığımız projelerde öğrencilere emeklerinin karşılığını ödemek istediğimizi belirttik. Dekanımız hiç ikiletmedi. Şöyle örnek vereyim: Şeker Mahallesi’ni ödev olarak verdik. Projeler geldi ve biz bazı projeleri aldık. O çocuklara umut olmaya çalıştık, “Bak bu yüzden okuyorsun” demek istedik. Hacettepe Üniversitesi’ne gittik. “Kreşlerimiz çok kötü çocukları 4 saat uyutuyorlar, ‘Bakım Evi’ değil, ‘Bırakma Evi’ gibi olmuş artık. Bunun şeklini düzeltmemiz gerekiyor” dedik. Bir protokol yaptık, yeni mezun öğrencileri almaya başladık. Belediyeler hizmet ederken insanlara umut da vermeli.
- “Ankara’nın en güzel yanı İstanbul’a dönüştür” diye neredeyse herkesçe bilinen bir söz var. Bir Ankaralı olarak ne diyorsunuz bu söze?
Ankara aldığınız keyifle kuruludur. O yüzden buranın sohbeti, gece masaları başkadır. Ankara’yı bilmezseniz sevemezsiniz. Hem Ankara önce sizi sevecek ama İstanbul kimseyi sevmez.




