Gündem

Avukatlardan Ankara Adliyesi Önünde "Savunma Nöbeti"

Ankara Adliyesi önünde gözaltına alınan, tutuklanan ve yıllardır cezaevinde tutulan tüm avukatlar için "Savunma Nöbeti" tutuldu. Ankara Barosu Başkanı Mustafa Köroğlu, "Bu ülkede 'anayasalı devlet' ile 'anayasal devlet' arasındaki farkı artık sadece hukuk fakültelerinde anlatmıyoruz. Sokakta, duruşma salonunda, adliye kapısında anlatıyoruz. Çünkü o farkın bedelini artık hepimiz birlikte ödüyoruz. Adliyeler kimsenin iktidar oyuncağı değil, halkın adalet arayışının sığınağıdır" dedi.

Ankara Barosu, gözaltına alınan, tutuklanan ve yıllardır cezaevinde olan meslektaşları için Sıhhiye Adliyesi önünde "Savunma Nöbeti" düzenledi. Nöbete CHP Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Tanal ile CHP Trabzon Milletvekili Sibel Suiçmez de katıldı.

Eylemde, "Avukatıma dokunma", "Herkes için adalet", "Avukat taraf değil vekildir", "Savunma tutuklanamaz", "Savunma için nöbetteyiz", "Savunmayı savunuyoruz" yazılı dövizler taşındı.

Savunma Nöbeti'nde konuşan Ankara Barosu Başkanı Mustafa Köroğlu, şu ifadeleri kullandı:

"Bir insanı, bir toplumu, bir mesleği asıl çürüten şey nedir? Hakikatin karşısında eğilip yuvarlanıp yaşayıp gitmek mi yoksa her şeyi görüp hiçbir şey söylemeden sessizce eriyip gitmek mi? Bugün burada olmamızın nedeni tam da bu sorudur. Bir ülkede anayasa ve hukuk uygulanmaz, yargı çürürse insan da çürür; savunma susarsa toplum körleşir; hakikatin sesi kısılırsa adalet diye bir şey kalmaz. Bu yüzden buradayız. Ankara'da bir kış günü, soğuğun ortasında yalnızca üşümeyin; aynı zamanda bu ülkenin artık hukuk devleti olmaktan vazgeçtiğini iliklerinize kadar hissedin.

Anayasa Mahkemesi kararlarının tanınmadığı, ağır ceza mahkemelerinin 'AYM kararlarını uygulamıyorum' diyebildiği bir ülkede; bu nöbet sadece bir protesto değil, hukuka yapılan tüm saldırıları durdurmak için tutacağımız bir siper nöbetidir. Bu ülkede 'anayasalı devlet' ile 'anayasal devlet' arasındaki farkı artık sadece hukuk fakültelerinde anlatmıyoruz. Sokakta, duruşma salonunda, adliye kapısında anlatıyoruz. Çünkü o farkın bedelini artık hepimiz birlikte ödüyoruz. Adliyeler kimsenin iktidar oyuncağı değil, halkın adalet arayışının sığınağıdır. Bugün burada durmamızın sebebi, devletin en temel yükümlülüğünü birilerine hatırlatmaktır. Hukuk işlemiyorsa, artık bu ülkede hiçbir şey işlemiyor demektir.

"Bugün verdiğimiz mücadele yalnızca avukatların meslek hakkı mücadelesi değildir"

Anayasal devlet çizgisinden artık yalnızca uzak değiliz, koparılmış durumdayız. Hukukun üstünlüğü ve demokrasinin temel ilkeleri, bilinçli bir tercihle geçmişin 'nostaljik değerleri' haline getirilmeye çalışılıyor. Yargıdaki ve siyasetteki yozlaşma artık bir istisna değil; yaratılmak istenen yeni düzenin kendisi. Bu yeni düzende siyasi çürümenin, insanlık onurunu da çürüttüğü, bozduğu anlara tanık oluyoruz. Peki geride kalanlar ne yapacak? Bizler ne yapacağız? Kendimizi evlerimize, bürolarımıza kilitleyip penceremizin önünden akıp giden hayatı mı izleyeceğiz? Hayır. Biz bunun için burada değiliz.

Bugün verdiğimiz mücadele yalnızca avukatların meslek hakkı mücadelesi değildir. Bu, toplumun her bir ferdinin onuru, özgürlüğü ve geleceği için verilen bir mücadeledir. Savunma yargının üçüncü ayağı değildir; savunma, yurttaşın devlete karşı ilk güvenlik hattıdır. Bu hattı korumak ise sadece meslek örgütlerinin değil, adil ve demokratik bir ülke için yaşayan, bunun hayalini kuran herkesin görevidir. Biraz da bunu hatırlatmak için buradayız. Can çekişen bu neoliberal düzende, ezilenle ezen arasındaki güç mücadelesinde, sözcüklerin de bizler gibi tarafsız olamayacağına inanıyorum.

"Can Atalay, Mehmet Pehlivan ve Selçuk Kozağaçlı" hatırlatması

Biz avukatlar, Cumhuriyet'in ve hukukun tarafıyız. Bu yüzden bugün kuracağım cümleler de tarafsız olmayacak; üzerimize her gün, sabahtan akşama kadar boca edilen bu adaletsizlik rejiminde yalnızca müvekkillerimizi değil, tutuklu meslektaşlarımızın savunma hakkını da savunuyoruz. Şerafettin Can Atalay, Anayasa Mahkemesi kararlarının tanınmadığı bir ülkede hukuksuz tutukluluğun simgesidir. Mehmet Pehlivan, savunmayı temsil ettiği için bir hukuk devletinde suç bile sayılamayacak bir faaliyet nedeniyle aylarca iddianamesiz, tecrit koşullarında tutulmuştur. Selçuk Kozağaçlı, yıllardır cezaevinde. Savunmanın iradesini ve cesaretini temsil etmektedir. Bu isimler bu ülkenin adalet arayışının hikayeleridir. Cübbeleri bugün bizim üzerimizdedir, sesleri bizim sesimiz, mücadeleleri bizim siper nöbetimizdir.

Peki biz neyde ısrar edeceğiz? Haklı olduğumuz her şeyde. İyi olduğumuz her şeyde. Güzel olanı, doğru olanı, adil olanı kişisel zevklerin, siyasal hesapların insafına bırakmamakta ısrar edeceğiz. İnsanlığın en temel ahlaki mutabakatları bir tercih meselesi değildir. Adaletsizlik bir kanaat değildir. Hukuksuzluk bir yönetim tercihi hiç değildir. Hukukun üstünlüğü parça parça ortadan kaldırılırken, insan olmanın anlamını da yaşamın değerini de birlikte savunmak zorundayız. Çünkü yaşam, tam da budur: İnsanı insana karşı savunmaya devam etmek.

"Eğer bir rejim, savunma hakkını ve ifade özgürlüğünü kanun gücünü kullanarak cezalandırıyorsa..."

Yaşadığımız bu zamanla, bu çağla, kelimeler üzerinden yeniden bir mutabakat kurmak zorundayız. Ne olur 'onur' sözcüğünü seçelim. İnsan onuru olsun, en yukarıda tuttuğumuz bayrak. Yabancılaştırılamayacak kadar kalbimize yakın, siyasi kutuplaşmalarla parçalanmayacak kadar güçlü özgürlüğümüz kadar derin bir sözcük. Eğer bir rejim, savunma hakkını ve ifade özgürlüğünü kanun gücünü kullanarak cezalandırıyorsa, orada artık özgürlüklerden bahsedilemez. İşte bu yüzden bugün buradayız: Anayasal devlet çizgisine, hukukun üstünlüğüne, insan onuruna ve demokrasiye geri dönmek için.

Bu nöbet, bir araya geldiğimizde gerçekten bir şeyleri değiştirebileceğimize inanmakla ilgilidir. Bu inancın dillendirilmesiyle, seslendirilmesiyle ilgilidir. Çünkü hepimizin birbirine inanmaya ihtiyacı var hem meslektaş olarak, hem yurttaş olarak, hem insan olarak. Bu ülkenin politik bir değişime ihtiyacı olduğu kadar, ahlaki bir sözleşmeye, ahlaki bir anlaşmaya da ihtiyacı var. 'Güçlü olanın değil, haklı olanın kazandığı bir düzen' demenin yeniden bir karşılık bulmasına ihtiyacımız var. Ve bunu yalnızca kendi meslek örgütlerimize değil; bütün dünyaya anlatmak zorundayız.

"Biz bu karanlığa razı gelmeyeceğiz"

Yaşanan tüm acılara, hukuksuzluklara, yoksunluklara, baskılara rağmen insanlık nasıl ayakta kalmayı başardı? Çünkü insanlar, bütün karanlık zamanlarda bile, kendine ve birbirine inanmayı seçmekten vazgeçmedi. Anayasanın gerçekten uygulandığı bir ülkede yaşamak bir temenni değil, temel bir yurttaşlık talebidir. İyilik ve güzellik ise kader değildir; inatla, bedelle, mücadeleyle kurulur. Umut için daha iyi bir zamanı beklemek zorunda değiliz. O yüzden şimdi bir de 'inancı' seçelim istiyorum. Doğru zaman şimdi. Bugün burada olman, kendine inandığın için. İşte en büyük cüretin bu. Ben sana inanıyorum. Buraya gelen tüm meslektaşlarıma inanıyorum. Burada olmak isteyip gelemeyenlere inanıyorum. Mesleğini yaptığı için cezaevindeki meslektaşlarıma inanıyorum. Bu ülkenin genç avukatlarına inanıyorum. Yıllarca mücadele edip bizlere onurlu bir meslek ve cübbe bırakan üstatlarıma inanıyorum. Adalet için direnen herkese inanıyorum.

Bu inanç bizi bir arada tutacak. Bu inanç bizi ayrı değil bitişik yazılan bir 'hep beraber' yapacak. O sayede yeniden hukuk işleyecek. Yeniden adaletin sesi yükselecek. Yeniden özgür yurttaş fikri güçlenecek. Bu nöbet, birbirine inanmayı sürdürenlerin nöbetidir. Bu nöbet, bir ülkenin karanlıktan çıkma iradesinin nöbetidir. Biz bu karanlığa razı gelmeyeceğiz. Susarak onay vermeyeceğiz. Geri çekilerek unutturmayacağız. Ve gün geldiğinde herkes şunu da bilecek: Bu ülkede savunma, hukuk devletini bekleyerek değil, üzerine yürüyerek yeniden ayağa kaldırdı. Bu ülkenin savunması, hukuk devletini, küllerinin üstüne nöbet tutarak diriltti. Avukatlar, bizleri savunanlar, bu ülkenin hukukunu ve umudunu ayakta tuttu. Yani hikayemiz şu: 'Bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek.'"